27 Şubat 2007

Bloc Party - A Weekend In The City


Dışarıdaki tüm gençler aynı gözüküyor bu günlerde. Eğlenmeye ihtiyaçları var. Sarhoş kelimeler kolay söylenir, kolay unutulur. Loli-pop anlar. Erimeye mahkum.

Bloc Party'nin bağıra bağıra demek istediklerinden bir düzenleme, bu belki de bambaşka bir yazının konusu olabilecek giriş. Peki diğerleri gibi kendilerinin de yarattıkları, dans pistlerinin yalancı tadlarına karşı hırslanmış sözleri, (öz)eleştiriyi birçoğundan duymuyor muyuz? İnandırıcı geliyor mu? Pek değil. Fakat samimiyetinin altını bilinçaltımızda birileri doldurmayı başarıyorsa bu da Bloc Party'dir. Bloc Party'nin kasırga gibi esen müziğini ulaştırdığı yol bir şekilde inandırıcı, ikna edici. Çünkü müzikleri bir şekilde çok yoğun ve katı, son ter damlanıza kadar dans ederken bir yandan yutkunmakta güçlük çektiren türden.

6 Şubat'ta yayınlayan A Weekend In The City, ikinci albüm olmanın hem yararını hem de zararını görebilecek bir albüm. Avantajı, Bloc Party yaptığı işi gene çok iyi yapıyor, ve bunun farkındalar. En sıkı ve net şekilde bangır bangır akılda kalan lead gitarlar, ilk saniyeden son saniyeye asla durmayacakmış gibi çığrından çıkmış davullar, tüm bu heyecanın arasında mükemmel ayrıntılar, başkalarından birkaç gömlek üstün bir yetenekle işlenmiş şarkılar. Özellikle fark yarattıkları kısım olan tüm bu sonsuz gibi gelen enerjinin içine sindirdikleri melodramik partisyonlar ve doygunluk hissi. Herşey yerli yerinde. Albümün yüksek beklentiler üzerine gelme durumu ise tahmin edilen dezavantaj ki bu noktada zayıf kaldığı bölümler mevcut, özellikle temponun düştüğü ikinci yarıda. Yavaş şarkıların olması problem değil ama Bloc Party'nin bu konuda biraz zorlandığı görülüyor.

A Weekend In The City bence Bloc Party'nin şu ana kadar yapmış olduğu en iyi şarkıyla açılıyor. Alışık olmadığımız bir Kele Okerere vokaliyle ağırdan açılan "Song For Clay (Disappear Here)", bir dakikaya kalmadan tozu dumana katmaya başlıyor ve karamsar oklar ile saldırıya geçiyor. Kesinlikle daha iyisini ne bir başkası ne de kendileri yapabilirdi. "People are afraid to merge on the freeway" diyen ve de tabi ki ismindeki "Clay" ile Bret Easton Ellis'nin ünlü romanı "Less Than Zero"'ya direk atıflar yapan parça albümün hırçın kaybolmuş gençlik, yapmacık mutluluklar eleştirisi bölümüne de girizgah niteliği taşıyor. Bundan sonra hız kesmeyen "Hunting For Witches", "Waiting For The 7.18" ve ardından ilk İngiltere single'ı "The Prayer". "Is it so wrong to crave recognition?" diye çıkışan sözler ve inadına dans ettiren davullar. "Because we are so handsome and we are so bored /So entartain us" ise "Uniform"'un genel havayı bir kez daha özetleyen dizeleri.

Bloc Party'nin sıkıntı çektiği nokta duygusal şarkılar. Daha doğrusu aşk vesaire hakkında demek istediklerini özellikle yumuşak bir şekilde duyurmaya çalıştıkları anlar. Albümün ikinci yarısı bundan nasibini alıyor ve şarkılar basit, sönük ballad'lar gibi tonlayama başlıyor, git gide hissizleşiyor. "Where Is Home?" sürükleyici nakaratı ile bir nebze geçiş noktası denebilir, "I Still Remember"'ın ise nasıl ilk ABD single'ı olarak seçildiğini anlamak güç. Bu noktada albümün bir "This Modern Love"'a ihtiyacı olduğunu söylemek yerinde olabilir.

Öyle ya da böyle Bloc Party, adının birlikte anıldığı birçok grubun kullandığı onca modern zamanların dans hilelerine rağmen varmakta zorlandığı hatta belki de varamayacağı heyecan zirvelerine, oldukça özgün ve de duygusallıktan sıyrılmadan çıkıyor. Belki şairane yazılmış sözlerle değil ama müziklerinin benzersiz enerjisi ile aktardıkları hisler onları bu kadar iyi yapıyor.

Bloc Party - Song For Clay (Disappear Here)
Bloc Party - The Prayer
Bloc Party - Hunting For Witches

Official Site
Myspace

22 Şubat 2007

The Czars

Öyle bir grup ki The Czars, birkaç hafta önce sabaha yakın bir saatte aniden hayatıma girdi ve bir anda başucu gruplarımdan biri oluverdi. Hani bazı vokaller, onun ötesinde o vokalle birleşen müzikler ilk duyduğunuz anda mıknatıs gibi çeker sizi kendine, yapışır kalırsınız grubun diskogrofisine. İşte John Grant'ın önderliğinde temelleri 94 yılında Denver'da bir barda atılan The Czars benim için bu tür istisnai gruplardan biri oldu…

Bunda şüphesiz en önemli payı vokalist John Grant'ın muhteşem sesi ve grubu çabuk benimsememi sağlayan 2006 tarihli cover albümü "Sorry I Made You Cry" paylaşıyor. Patsy Cline, ABBA, Connie Francis, Simon and Garfunkel, Tim Buckley ve daha bir çok önemli ismin parçalarının yorumlandığı bu albüm baştan sona defalarca döndü durdu mp3 çalarımda. Grubun aynı zamanda şarkı sözlerini de yazan John Grant (ki kendisi Morrissey, Jim Morrison, Bono, Sixteen Horsepower, Ron Sexsmith gibi isimlerle karşılaştırılmakta ve bundan da son derece rahatsız olmaktadır, hatta kendisinden bir quote yapalım "We were just a bug on the windshield of Morrissey's Jaguar"), liriklerde aşırı dramatizm ve yapmacıklıktan şiddetle kaçındığını belirtse de kanımca tanrının bir lütfu olan bariton sesiyle ardı sıra melankolik şarkılara hayat vermekte ve içinizi baymadan garip bir huzur duygusuyla doldurmaktadır bedeninizi.

Bu melankolinin nedeni grubun kurulduğu günden beri yaşadığı talihsizlikler de olabilir. 2000 yılına kadar bütün albümlerini kendi imkanlarıyla çıkarıp, 2000 yılında, Simon Raymode'un desteğiyle Londra'lı plak şirketi Bella Union'dan albüm çıkaran ilk Amerikalı grup ünvanını elde etseler de kimi zaman kesilen destek nedeniyle (daha ön plana alınan gereksiz gruplar nedeniyle de denebilir) albüm çıkarmak için bankalardan, fan'larından borç, bağış toplama yoluna bile gitmişlerdir. Nihayet bu tür katkılarla sağdan soldan topladıklarıyla çıkardıkları 2004 tarihli albümleri "Goodbye" ile hatırı sayılır bir başarı kazanmış ve ilk çeklerini (270$ !) alarak borçların bir kısmını ödemiş, üstüne de bir iki bardak soğuk bira içebilmişlerdir. Çok şükür ki inatçı bir grup The Czars!

Başlangıç için,
"Goodbye" albümünden: Paint The Moon, Goodbye

"Sorry I Made You Cry" albümünden: Where The Boys Are, My Funny Valentine, You Don't Know What Love Is, Black Is The Color

"The Ugly People Vs. The Beautiful People" (2002) albümünden: Drug
kaçırılmayacak şarkılar.

The Czars - Goodbye
The Czars - Paint The Moon
The Czars - Drug

Official Site
Myspace
Blog

Yazan: 0rainboweyes0

20 Şubat 2007

uskidsknow // alfa beta gaga


Blogger'da yer işgal edeli 2.5 ayı geçti. Bize yıllar geçmiş gibi gelen ama aslında kısacık olan bu sürede iyi kötü ama hep içtenlikle buraya başlıklar attık, altlarını doldurmaya çalıştık. Bildiğimiz kadarını yazdık, daha fazlasını değil, müziğe inanarak.

Ve bir süredir aklımızda olan yeni bölümlerimizi uzun erteleyişler sonunda açmayı başardık. Nasıl adlandıracağımızı bilemediğimiz bu pek mütevazi alfa beta gaga sürümümüzün taze bölümlerine sağdaki menüden ulaşabilirsiniz.

Anasayfamızı sadece müzisyen ve albüm tanıtım/inceleme olarak devam ettirip, [uskidsknow-haber]'de sıkça güncellemeye çalışacağımız müzik haberleri, [uskidsknow-konser]'de gidip izlediğimiz konserler hakkında yazılar ve bol bol fotoğraf bulacaksınız. [uskidsknow-serbest] ise daha esnek, biraz daha "blog" havası taşıyan, içinde müzikle yakından veya uzaktan ilgili kişisel yazıların, playlistlerin, şarkıların, sözlerin bulunacağı bir bölüm olacak. Şimdiden tüm bölümlere gidip bakınabilirsiniz, yazıları yazmaya başladık bile.

Bugüne kadar takip eden etmeyen herkese teşekkürler. Umarız hep güzel duygularla yazmaya devam edeceğiz.
Sevgiler.

uskidsknow


16 Şubat 2007

Margot & The Nuclear So and So's



Artık bu indie gruplar da kendilerine acayip isim bulma konusunu abarttı diye düşünüyosanız, evet, ben de size katılıyorum.

Özellikle birkaç ay önce size bu gece tanıtacağım grubun ismini ilk duyduğumda bunu farketmiştim. Ama Margot & The Nuclear So and So's 'a kızmayalım. Onlar güzel müzik yapıyorlar, sadece ilginç, kimsenin anlamayacağı bir isim bulalım en indie biz olalım derdinde değiller. Gerçekten.

Hem herkesin olduğu gibi onların da bir hikayeleri, bir açıklamaları var bu isimleri için. Margot kısmı benim de pek sevdiğim "The Royal Tenenbaums" filmindeki Tenenbaum ailesinin evlatlık kızı olan ve yine pek sevdiğim bir karakter olan Margot Tenenbaum'dan geliyormuş. (Grubun öndeki ismi Richard Edwards'ın üniversite grubunun ismi de Archer Avenue imiş ki o da Tenenbaum rezidansının olduğu caddenin ismiymiş.) Nuclear kısmı da grubun açıklamasına göre, Bush'un "nuclear" lafını telafuz edişini çok! sevdiklerindenmiş. So and So's bölümü de nuclear ile birleşince ordaki ironiyi ve mesaj kaygısını hepimiz anlıyoruz heralde.

Biliyorum, hala grubun ismi anlamsız geliyor ama artık en azından niye Margot da niye Mary değil onu biliyoruz..

Bu 8 kişilik grubun üyelerini teker teker tanıtmayı düşünmüyorum. Biraz evvel bahsi geçen Richard ile başka bir üye bir gün bir petshop'ta tanışmışlar ve hızla arkadaş olup bir grup kurmaya karar vermişler. Şimdi 8 kişi birlikte aynı evde yaşıyorlarmış. İlk albümleri The Dust of Retreat'i 2005 yılında çıkardıktan sonra yollara vurmuşlar kendilerini ve onları dinlemek isteyen herkese konser vermişler. Hala dolaşıyorlar. Bir rivayete göre 10000 mil seyahat ettikten sonra ikinci albümlerini yapacaklarmış.

Grubun hayat hikayesini merak ediyorsanız resmi internet sitelerinde çok açıklayıcı bir biyografileri/hikayeleri var. Hatta belki lazım olur, pdf formatında bile koymuşlar cv'lerini.

Kendilerinin sex-folk dedikleri, ama sex kelimesiyle sıkıntısı olanlar için urban-folk da denebileceğini söyledikleri bir müzik yapıyorlar. Ama biz hep bildiğimiz "chamber pop" desek daha iyi olacak sanırım. Gitarların, orgların, mızıkaların, banjoların, zillerin, çelloların kullanıldığı, çoğu zaman zeki sözlere sahip çok rahat dinlenen bir müzik yapıyorlar bence. Ne insanı uyutacak gibi yavaş, ne de çılgınca yerinde zıplatacak ritimlere sahip.

Albümlerini 2005 yılında çıkarmış olmalarına karşı 2006 yılında ünlü olmuş olacaklar ki bir çok yerde 2006'nın en iyi şarkıları arasında Skeleton Key ilk beş şarkı içinde geçiyordu. Dinleyince siz de hak vereceksiniz, son zamanların en başarılı şarkılarından biri.

Son olarak, olur da Margot & The Nuclear So and So's 'u dinlerseniz, ve onlara bir iyilik yapmak isteyecek kadar beğenirseniz, bloglarında yazdıkları bir ricaları var, burdan size ileteyim. God Hates Fags! Love Gods Way! sitesinde aile sağlığına tehlike oluşturabilecek bir Gay Bands listesi yapılmış ve okuyuculardan da eğer çocuklarımızın uzak durması gereken başka gay band'ler biliyorsanız bize mail atın listemize ekleyelim denmiş. Ve içinde Rufus Wainwright, Wilco, Sufjan Stevens, Madonna, Arcade Fire, Bright Eyes... gibi aklınıza gelebilecek her grubu içeren upuzun bir liste çıkmış. Margot & The Nuclear So and So's da bloglarında hayranlarında gidip o siteye gay band'lerin arasına kendilerini de eklemeleri için mail atmalarını istemiş, bütün bu grupların arasında olmaktan gurur duyacaklarmış..

Margot & The Nuclear So and So's - Skeleton Key
Margot & The Nuclear So and So's - Barfight Revolution, Power Violence
Official Site
Myspace
The Royal Tenenbaums

13 Şubat 2007

Ratatat

Tavşanların arasına katılmak için verdiğim uzun ve zahmetli uğraştan sonra ilk yazımda bu kadar zorlanacağımı düşünmemiştim açıkçası. Yine de başlangıç hem 27 Ocak gecesine (ki belki de bugüne kadar gittiğim en eğlenceli konserdi) hem de o gece yanıbaşımda zıpzıp zıplayanlara bir tribute tadında olsun diye Ratatat ile açayım dedim bu defteri.

New Yorklu Mike Stroud ve Evan Mast’tan oluşan Ratatat bağımlılık sınırlarında yaşayıp, 10 şarkıdan ibaret 100 günlük playlistlerle müzik tüketme merakında olan insanlar için ilaç gibi bir grup. Şarkı sözleriyle itelenen ve temcit pilavı gibi ısıtılıp periyodik olarak belli kolektif duygulara yol açan müziklerden sıkılıp, buna rağmen elektronik janrlardaki gitarların özlemini çeken insanlar için derman görevi gören Ratatat’ın ismini telaffuz ederken kelimeyi bitirmekte yaşadığınız zorluğu parçaları birbiri ardına dinlerken de fazlasıyla tecrübe ediyorsunuz.

Okuldan tanışan ikilinin ilk projesi olan Cherry 2001 yılına dayanıyor. Daha sonra Ratatat adını alan ikili 2003’te çıkardıkları “Seventeen Years” single’ından beri kanımca birbirinden başarılı çalışmaların altına imzalarını atmışlar. Gitgide olgunlaşan soundlarını hem Stroud’un Dashboard Confessionals ve Ben Kweller gibi isimlerden edindiği tecrübelere hem de zamanla Evan’ın evinde Mac ile yaptıkları kayıtlardan müzik stüdyolarına terfi etmelerine bağlayabiliriz.

2004’te piyasaya sürdükleri “Germany to Germany” single’ının da başarısından sonra aynı yıl raflarda “Ratatat” albümü yerini alıyor. “Seventeen Years” ile açılan albüm mutlu mesut giderken “Everest” ile sakinliğin sinyallerini veriyor ve nihayet ilk oluşumlarına ithaf ettikleri “Cherry” ile dinleyiciyi sükunete boğuyor. Kayıtların bilgisayarla ev ortamında yapıldığı da göze alındığında bu genç dahilerin neden fanatik bir kemik kitle oluşturabildikleri anlaşılıyor. Üzerine tuz biber niyetine de “Ratatat Mix Tape Vol1” çıkıyor, ve Missy Elliott’dan tutun Kanye West ve Ghostface Killah’ya kadar bir çok hiphop ve rap sanatçısının parçalarına yaptıkları remixleri yayınlıyorlar. Özellikle benim gibi tutarsız müzik zevklerine sahip insanlara el sallayıp, her tarakta bezimiz var diyorlar. İnanmayanlar için de yine kanımca birbirinden güzel 2 remix sunuyorlar; Shout Out Louds’un "The Comeback" parçası ve The Knife’ın "We Share Our Mothers Health" aracılığıyla.

Kanımca esas bomba 2006 yılında raflara düşen “Classics” albümü. Enstrümantal müziklerin genel geçer hisler yaratmadığına ilişkin bütün argümanları yıkıp tam anlamıyla saf bir müzik ziyafeti sunuyor burada Ratatat. Klasik öğelerine yaylıların göz bebeği çello ve slide gitarlar da eklenince ses sistemlerinden taşan bir yoğunluğa ulaşmışlar. “Montanita” ile açılan albümün dikkat çeken diğer parçalarından biri de tabii ki “Wildcat”. Sistematik gitarların kedi miyavlamalarıyla buluşması Evan Mast’ın synthesizer ile besleniyor ve ortaya sözlere değil de bağırarak müziğe eşlik etmeye çalışan insanlar çıkarıyor. Başka örnek vermek gerekirse Ratatat’ı tanımak açısından dinlenmesi gereken şarkılardan bazıları da “Loud Pipes” ve “Kennedy”. Ama yine de bana sorarsanız bu ikilinin tadına doyabilmek için albümleri komple edinip, baştan sona dinlemek lazım. Gerek o gri sound’un verdiği duygu tüneli hissiyatı gerekse manik depresyondan bizi men eden parça sıralaması takdir edilesi.

Çalışmaları aslında enstrüman çeşitliliği ve tarz olarak tutarlı bir çizgide ilerlese de bir parça bitip diğeri başladıkça insanı bir mutlu, bir hüzünlü, bir vurdumduymaz uçlara sürüklüyor. Neyse ki marjinal itelemeler değil ki bunlar, önce ağlayıp sonra halay çekme hissiyatı yaratmıyorlar. Misal İstanbul konserinden edindiğim tecrübeler ışığında dürüstçe itiraf edebilirim ki eğlenceli bir ruh halindeyseniz eğer bir yolunu bulup bağıra çağıra insanlıktan çıkabiliyorsunuz. Gerçi bunda tabii Mike Stroud’un sergilediği hiperaktif sahne performansının da büyük payı var. Bazen ortadan ikiye katlanmış bir Alice Cooper bazen de Ring filmindeki kuyudan yeni fırlamış Samara karakterlerine bürünse de sahnede kaldıkları süre boyunca bize sundukları tertemiz performans gerçekten kaçıranlara parmak ısırtacak nitelikteydi. Nitekim biz eğlenmeyi bilen çocuklar olarak oradaydık, hatta inanmayanlar için şu fotoğrafı kanıt olarak sunayım.

Ratatat - Seventeen Years
Ratatat - Loud Pipes

Official Site
Myspace

10 Şubat 2007

Clap Your Hands Say Yeah - Some Loud Thunder

Clap Your Hands Say Yeah hakkında ilk ortaya çıktığı günden beri yazılıp çizilmeyen kalmadı. 2005'in belki en iyi albümü değildi ama en çok konuşulan olduğu aşikar. Mesele de bu zaten, konuşulması.

Brooklyn ve Philadelphia'lı bu beş gencin adından bu kadar söz ettirmesinin asıl nedeni rayında seyreden indie müziğe sağlam bir çelme takmaları. Hiçbir producer'ın elinin değmediği, büyük plak şirketlerinin ağlarından sıyrılarak tamamen kendi release'leri olan debut'leri mükemmel bir konsept albüm, herkesin özlediği bir yenilikti. Kimse vokal Alec Ounsworth'ün detoneliğine, albümün anlamsız açılış şarkısına aldırmadı; "The Skin of My Yellow Country Teeth" yüzlerce kez dinledi, "In This Home On Ice"'ın sözleri ezberlendi. Fakat sonra kafalar karışmaya başladı. Çünkü özellikle internet üzerinden edindikleri olumlu eleştiriler ve şöhret kısa bir zaman sonra ayaklı bir trend canavarına dönüştürüldü. Kendi yavrularını yiyen türden bir canavar.

O kadar ikonlaştırıldı, her tarafa malzeme edildi, son damlasına kadar suyu sıkıldı ki, tüm bu kuru gürültü müziklerini bastırdı. Belli bir tarz müziği baştan yaratmalarına rağmen gözler kararınca eleştiriler tam tersine döndü. Gene blogda bir yorum sohbetimizde bahsettiğim gibi onlara indie'nin yeni kahramanları isimlerini takanlar, populer cafelerin playlist'lerine kadar girince CYHSY, bir anda sırt çevirdiler, Alec şarkı söylemeyi bilmiyor dediler. Herkes dinlemeyi uzun zaman önce bırakmış, konuşuyordu.

Tüm bu gerginlik ve bulanık beklentiler eşliğinde herkes grubun ikinci albümünde neler yapacağını, tartışmalardan nasıl etkileneceğini söylendi durdu. Some Loud Thunder CYHSY'nin 30 Ocak 2007 çıkışlı ikinci albümü. Bence ismiyle bu kuru gürültülere şık bir atıf yapıyor. Bu sefer albüm Flaming Lips, Mercury Rev, Mogwai yapımcısı Dave Fridmann'ın elinden çıkmış.

Peşinen söyleyelim ilk albümün hayranları için bu albüm aynı etkiyi yaratmıyor, biraz daha beklendik geliyor. Çünkü bu çekici özgünlüğe zaten CYHSY kendisi alıştırdı bizi. Yani eğer bu albüm çıkış albümü olsaydı gene baş tacı edilirdi. Ne büyük tesadüf ki gene albümün açılış şarkısı her ne kadar ilki (Clap Your Hands!) kadar olmasa da ilk izlenimlere önem verenleri neredeyse CD'yi geri iade ettirecek kadar kötü. Bilerek ya da bilmeyerek yapılmış oldukça kötü bir kayıt ve birşey anlaşılmayan bir karışıklık var. Ancak asıl o cezbeden çatlak vokaller, dalgalanan 'aaaa'lar, daha çok bir Tim Burton hayalperestliği teşvik eden şarkılar gelmekte geç kalmıyor. "Mama, Won't You Keep Those Castles In The Air & Burning" karanlık ritminden giderek bir marş haline dönüşüyor. "Love Song No. 7" ilginç güzellikte (özellikle ıslık + akordiyon kısımları) ağır bir şarkı ama asıl ilginç olan adeta bir disko şarkısı "Satan Said Dance". Şeytanın kışkırtmalarına da ayak uydurduktan sonra "Yankee Go Home" ve "Underwater (You & Me)" ile iyice kendimizi alıştığımız yeniliğe kaptırıyoruz. "Goodbye To The Mother & The Cover" ise bence ikinci albümünün debut'den farklı olarak gitmeye çalıştığı yerin zirve noktası. Şarkının ortasında giren trampetler, synth gibi bas line'ı, ve tabi ki Alec Ounsworth'ün titrek mücizesi. Beni bu konuda düşündüren ise olayın git gide Alec merkezli hale geldiği kanımca. Bunun gruba nasıl yansıdığını merak ediyorum.

Some Loud Thunder olması gerektiği sağlamlıkta bir devam albümü. İlki kadar konsept bir albüm değil ama ayaklarını yere basan bir çalışma. Bir şekilde tüm bu olan bitene, bağırış çağırışa aynı çizgide yeni bir CYHSY albümü ile cevap verilmiş durumda. Biz de zaten konuşmalara değil müziğe kulak veriyoruz.

Clap Your Hands Say Yeah - Goodbye To The Mother & The Cover
Clap Your Hands Say Yeah - Mama, Won't You Keep Those Castles In The Air & Burning
Clap Your Hands Say Yeah - Yankee Go Home


Official Site
Myspace

3 Şubat 2007

Messer Chups

50'lerin B-Film soundtrackleri, olta ile sallanan tabaktan uçan dairelerin kol gezdiği bir Ed Wood başyapıtı ya da son derece ikinci sınıf vampirlerin ikamet ettiği bir trash korku filmi. İşte Messer Chups'un kara parodi sörfü. "-Oliver, zaman makinemi getir. Geçmişe gitmeye karar verdim, geleceği bulacağım. -Hemen efendim.."

Oleg Gitarkin'in bitmek tükenmek bilmeyen surf/easy listening gitar melodileri, Lydia Kavina'nın futuristik theremin dalgaları (ilginç notları sevenler için belirtelim Lydia theremini icad eden adam Leon Theremin'in yeğeni ancak ne yazık ki 2004'ten bu yana Messer Chups'a katkıları son bulmuş durumda, ayrıca theremin hakkında kafasında soru işaretleri olanlar için bkz.theremin) ve şu sıralar adeta bir kitsch vamp Zombi Girl'ün bas gitarı eşliğinde ben bunu kesinlikle izledim diyeceğiniz o asla çekilmemiş filmin müziklerini yapıyorlar. Sözler de zaten bu tür filmlerden alıntı anlamlı anlamsız diyaloglar, korkunç çığlıklar, en şeytani kahkahalardan oluşan sample'lar halinde.

1998'den bu yana geçen zamana 9 albüm sığdıran Rus ikilinin şarkı isimleri de en kıdemli kont draculayı bile tabutuna ters sokucak cinsten. "Mobile Coffin", "Blue Dancing Fag-Like Zombies", "Skeleton Topless", "Little Blood Sucker", "Devil Out Of Fashion", "Go Satan Go" gibilerini duydukça pelerininizi tozlu raflardan indirme ihtiyacı duyuyorsunuz. Bu absürd eğlencenin içine sürüklenmemek oldukça zor. Korku tünellerinden tüyleri ürpermesine rağmen o hınzır zevki yakalayabilenlere.

Ve işte asıl dehşet verici gelişme. Messer Chups kanımızı emmeye şehre geliyor. Bant Dergi'nin sunduğu Messer Chups, 7 Şubat Çarşamba akşamı Babylon'da. Bu olağan dışı gösteriyi kaçırmamanız biricik tavsiyemdir. Şahsen en kanlı vampir kostümüm ve tabutumla ön saflarda yerimi almış olacağım. Sanırım bu ihtişamlı ayine katılacak gönüllü kurbanlar bulmakta zorlanmayacaklar.




"Hexe Chips" videosu. İzlemeden geçmeyin. Çarşamba gecesine kendinizi ona göre hazırlayın, geceleri uykusuz kalmayın.

Messer Chups - Super Megera
Messer Chups - Inferno Image

Official Site
Myspace
YouTube derlemesi (hepsi birbirinden eğlenceli, bakının)
Bant Dergi tanıtım
Biletix