28 Aralık 2006

Albert Hammond Jr. - Yours To Keep

Kabarık saçlı stroke Albert Hammond Jr. (junior, çünkü Albert Hammond babası olmakta ki o da 70'lerde hitleri olan Cebelitarık göçmeni bir müzisyen imiş). Temiz, sistematik ritim soundu ve diğer grup arkadaşlarının deyimiyle kemerinin rengi ayakkabısıyla uyuşucak derecede trendsetterlığı ile bilinen stroke. Hayır, rahat bir nefes alabilirsiniz gruptan ayrılmış falan değil. Strokes dışında birşeyler yapmaya cesaretlenen ve içinde birikmiş olan albüm heyecanını rahatlıkla dışa vuran bir solo kendisi şu sıralar.

Yours To Keep ile şansını deneyen ilk stroke olan Hammond'ın albümü açılış şarkısından itibaren beklenenden farklı bir his uyandırıyor. Sanki çok daha rahat ve içinden geldiği gibi gitarını çalıyor, Strokes'taki bir takım uyulması gereken sıkı kurallardan sıyrılmış havası oluşuyor. Albümü bir kez baştan sona dinlediğimde gözümün önüne ciddi bir şekilde görevini yapan, Last Nite ve Trying Your Luck'taki markalaşmış kısa ve öz sololarını atan bir Hammond değil, tam aksine gülümseyerek şarkı söyleyen biri geliyor.

Bu nedenle yazının kaçınılmaz kısmı olan albümü Strokes albümleri ile karşılaştırma faslını öne alıyorum. Strokes hayranları hayal kırıklığı yaşamasınlar ama Albert Hammond Jr.'ın debut çalışması Strokes şarkıları ile çok da örtüşmüyor. Tabi ki ortak genleri var özellikle Is This It döneminden riffler mevcut. "In Transit" bu anlamda belki de Strokes ile en paralel olan ve Julian'ın sesini en çok aradığımız şarkı oluyor. Zaten In Transit 2001'de tur dvdlerinin de ismiydi.

Çıkış single'ı "Everyone Gets A Star" oldukça hoş ve Albert'in tüm güzelliklerini tek bir şarkıda toplayabildiği bir parça. "Blue Skies" ise kendi şarkılarını yazan bir adamın kanıtı gibi duruyor. Bunların dışında albüm New Pornographers sınırlarına giriyor neredeyse. Ayrıca Hammond'a albümde Julian Casablancas dahil birçok isim eşlik etmiş. Bu katılımlı şarkılardan "Scared" özellikle nakaratıyla öne çıkıyor kanımca. İkinci single ise "Back To The 101"'a çıktı belirtelim.

Sevseniz de sevmeseniz de (benim için de geçerli) 2000'lerin rock çizgisine Is This It'in ilk akorları itibari ile bambaşka bir yön veren bir grubun elemanı olarak eline darbuka alıp çalsa dinlenecek birşeyler çıkacağı aşikar bir adamdan bahsediyoruz. Eğer Strokes hiç olmasaydı ve günün birinde Albert Hammond diye biri çıksaydı albümü tamamen farklı bir kulakla dinlerdik bunu hepimiz biliyoruz. Ancak durum öyle olmayınca limitleri olan vokali, genelde silik duran şarkılar ve de Strokes gölgesinde Albert Hammond Jr.'ın bu samimi çabası ortalamanın üstünde kalıyor. Daha fazlası değil.

Albert Hammond Jr. - Everyone Gets A Star
Albert Hammond Jr. - In Transit
Ayrıca
Myspace
Albert hakkında ilginç bilgilerin olduğu kısa bir sayfa

26 Aralık 2006

Greg Weeks

2006'nın bahar aylarında, fazlasıyla yeni yetme bir şekilde animasyon yapmaya başladığım günlerdendi. Acemi motion designer hücrelerim, internette ilintili ne varsa deşip çıkarmakta, ve sürekli video izlemekteydi. Adidas'ın Adicolor reklamlarını keşfettiğim zamanlar, 2006 bahar ayları. Reklam stratejisi dahilinde, her renk için farklı yönetmenler ve farklı animatörler tarafından çekilmiş/yapılmış videolar vardı. Bunların içinden bir tanesinin -ki bu pembe- aklımı aldığını hatırlıyorum. Bir renk anca bu kadar güzel anlatılabilirdi galiba, söyleyecek pek söz yoktu, pembeden başka.
Video'nun arkasından çalan müziği merak etmiştim tabi ki de. Coco Rosie'yi hatırlatan foley sesler; horoz bağırtıları arasında bir adamın söver gibi şarkı söylemesi etkileyiciydi çok. Videonun credit'lerinden biliyordum ismini, Greg Weeks ama cismi hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Videoyu bilgisayarıma indirip, dünyanın en dandik sound capture programıyla ilk Greg Weeks mp3'umu elde etmiştim, aşağıda bulacağınız Made'i.


Sonraları, aklıma estikçe aradım durdum bu adamın diğer şarkılarını. Görünüşe göre 3 tane albümü vardı, sırasıyla Fire in the Arms of the Sun (1998), Awake Like Sleep (2001) ve Blood is Trouble (2005). Ama gelin görün ki, bu mütevazi hikaye anlatıcınızın pek şansı olmadı. Ta ki geçen cumaya kadar.

Sonunda indirdim, ne bulabildiysem, ne indiyse. O yüzden şu albüm şöyle, bu albüm böyle, arada da öyle-böyle-şöyle farklar var gibisinden birşeyler söyleyemeyeceğim. Söyleyebileceğim tek şey galiba, bu adamın çok güzel müzik yaptığı. Aylar boyunca sadece Made dinlediğimden, Greg Weeks'den beklediklerim de farklıydı aslında, dediğim gibi erkek cocorosie bekliyordum ben. Ama yok, gayet singer-songwriter bir tadda söylüyor Greg Weeks şarkılarını, konserlerde gitarların tellerini kopartarak diye hayal etmekteyim hatta.

Gerçekten, anlatabildim mi bilmiyorum ama buraya yazdığım ve büyük ihtimalle yazacağım en şahane keşfimdir galiba Greg Weeks.

Beni ciddiye alınız, ve dinleyiniz. Ama sonra bu yeniyıl günlerinde, çam ağaçları ve ışıklar, büyük parlak toplar, ve starbucks'ın yeni kahveleri eskisi kadar tat vermezse kulağınızda bu beyfendi şarkı söylerken, benden bilmeyiniz.

Greg Weeks - Made
Greg Weeks - Aftermath
Greg Weeks - Run Silent

Official Site
MySpace

25 Aralık 2006

Midlake


Birkaç saat önce biz tavşanlar bir toplantı yaptık, hadi rüya bu akşam sen yaz dediler, ben de sayın tavşanlar şapkadan tavşan çıkarır gibi hemen nasıl benimseyeyim her müziği, grubu, dedim onlara. Höykürdüm. Fakat şapşal gibiyim, unutmuşum, Midlake'ten söz etmeyi.Bu biraz aşağıda bahsettiğim Kaada gibi pek değerli bir keşif, gerçi genreları çok farklı(janra mı yazmalıyım türkçesine acaba), bu yüzden ellerimin üzerinde bir kadife yastığın üzerinde sunuyorum size onları.Gerçi siz kendinize çoktan sunmuş olabilirsiniz, ne mutlu size, çünkü bu downloadlar aleminde çok parlak bir yer edinmişe benziyorlar zaten. The Trials of Van Occupanther adlı ikinci albümleriyle bir çok Amerikalının gözdesi olmuş durumdalar.

Hatta My Name is Earl yıldızı Jason Lee de onlara bayılarak edindiği en iyi albümlerden biri olduğunu söylemiş. Hatta büyük bir destekçisi olduktan sonra bir videolarını da yönetmiş. Şarkılarda bir çok insandan/gruptan tad bulacaksınız eminim, bu Texas'lı birkaç beyefendiyi ise Cocteau Twins basçısı Simon Raymonde keşfetmiş zaten. Lo-fi ve indie adına 2006'nın en harika işlerinden birini yarattıklarını düşünüyorum ben, gerçi bakalım İsveç'ten Zekeriya hanımın Shins paketi de güçlü bir aday, 2006yı bitirirken. Piano ve akustik gitarın optimistliği üzerlerinde bunların. Naif tavırlarını bırakmıyorlar ellerinden, naiflik ve elden bırakmamak oksimoronuyla.

Tabii ki ufak bir hüzün bulunuyor paketiyle birlikte gelen, ama 2006'yı bitirmek derken güzel güzel bitirebileceğiniz dakikalar vaad ediyor şarkıları da. Klibiyle birlikte ünlenen şarkı Roscoe'yu ve diğer favorimi buraya koyuyorum, tüm albümün güzel olduğunu düşündüğümü belirterek. Yorumlarınızı bekliyorum, çok mu abarttım acaba..

Midlake - Roscoe
Midlake - You Never Arrived

Midlake myspace
Midlake Official

21 Aralık 2006

My Brightest Diamond - Bring Me The Workhorse


Gündüzün uğramadığı, karanlık uçsuz bucaksız bir ormanın ortasında, esrarengiz ve heybetli bir ev. Yüksek tavanlı ürpertici yemek odasında, upuzun masanın bir ucunda soluk kırmızı elbiseli bir kadın. Sanki hiç yaşanmamış çocukluk hatıralarından bahsediyor. "all the rabbits died, in the spotlight" ve devam ediyor "maybe I took her from her mother too early". Buldukları "robin"i arkabahçelerine gömerken işler biraz fazla mı ileri gitmişti bilemiyorum ama o tüyler ürpertici bahçeyi görmek istemeyeceğimden eminim.

Bu masum ama karamsar dramanın başrol oyuncusu Shara Worden. Kendisi ulusal akordiyon şampiyonu bir baba ve kilise müzisyeni bir annenin daha 3 yaşında müzik hayatına girişmiş olan çocukları. Worden'ı diğer singer/songwriter kadın vokallerden ayıran en önemli özellik belki de ağır bir klasik müzik ve opera eğitimi almış olması. Sesi o kadar kendinden emin, güçlü ve değişken ki etkisinden kaçamıyorsunuz. Fısıldayan biri kesinlikle değil o. Anlatmak istediğini kelimelerden önce sesinin yankılanmalarıyla anlatıyor.

Bu kadar herşeyin merkezinde iken zaten My Brightest Diamond bir grup değil Shara Worden'ın takma ismi oluyor ve debut albümü 2006'da "Asthmatic Kitty"'den çıkıyor. Sufjan Stevens ile olan yakın arkadaşlığından da bahsedelim (Sufjan da Asthmatic Kitty ile anlaşmalı). Uzun süre birlikte turladıktan sonra şu sıralar Devotchka ile aynı sahneyi paylaşıyor.

Bring Me The Workhorse Shara Worden'ın kendine özgü indie gitar partisyonları ile opera tınıları ve klasik müzik kompozisyonlarının harmanlanmış çok da alışık olunmayan türde bir albüm. Özellikle yaylılar genelde indie albümlere makyaj vazifesi görürken burada müziğin ana dokusunda yer buluyor ve bu sanatsal dokunuşlar oldukça zarif ve şık müzikal tecrübe yaratıyor. Worden'ın da etkilendiği isimler arasında bulunan Antony and The Jonhsons'a yakın duruyor genel izlenim. Şarkılarda ise huzursuz bir güzellik tasviri ve masumiyet var. Albümün açılışında "Something Of An End"'de sanki cennet ve cehenneme kafa tutan hırs dolu bir vokal karşılıyor bizi. "We Were Sparkling" sanki tek nefeste söylenmiş. "i'm afraid to forget you" derken güzelliklere karşı olan kırılgan ve karamsar bulutlar gökyüzünü kaplıyor. Örümcek ağına yakalanmış bir "dragonfly", arkabahçeye gömülen bir "robin", "magic rabbits" ve yaralı "workhorse" eşliğinde Alice Harikalar Diyarında'nın drama versiyonu çekilmiş oluyor. Şarkı hangisi olursa olsun söyleyenin kim olduğunu unutamıyorsunuz. Fakat kendinizle bütünleştirmeniz, içselleştirmeniz pek olası olmuyor, çarpıcı kendinen emin tavırlar belli bir mesafe koyuyor. Dediğim gibi Worden o uzun masanın öbür ucunda oturuyor ve uzaktan kişisel ironik güzelliklerle bezediği anılarını anlatıyor.

My Brightest Diamond - Something Of An End
My Brightest Diamond - Robin's Jar
My Brightest Diamond - Magic Rabbit

Ayrıca
Offical Site
MySpace
My Brightest Diamond Interview (Torture Garden)
ve
Modern Alice Harikalar Diyarında yorumu olan "Dragonfly" videosu

Kaada


Uykusuzluktan ölüyorsunuz, ve eğer 10 defa ertelediğiniz alarmla son kez uyanmazsanız geç kalacaksınız. Herşey çok önemli bugün, okulu , işi kaçıramazsınız. Bitersiniz uyanmazsanız, bir kez daha alarm çalıyor, susturuyorsunuz alarmı, uyanıyorsunuz, göbeğinizi kaşıyarak ve hayattan nefret ederek yüzünüzü yıkamaya gidiyorsunuz, ama yıkarsanız yüzünüzdeki uyku gidecek, vazgeçiyorsunuz koşarak yatağa geri atlıyorsunuz, banyoya kadar yürüdüğünüz kısacık zamanki üşümeniz pof pof bembeyaz yorganınızın içine girdiğinizde hemen yokoluveriyor. Gözlerinizi zaten çok açmamıştınız, geri kapıyorsunuz, hemen dalıyorsunuz uykuya, ve pijamanız, yorganınız ve uykunuzla kurduğunuz mükemmel üçlüye rüyalarınız da katılıyor. Kaada kesinlikle yorgan. Rengi de kesinlikle beyaz. Bu kuzeyliler beni öldürecek diyorsanız, ya da bugüne kadar Mum veya sigur Ros dinlerken ay neler oluyor şıp şıp gözlerime annem nerde sarılmak istiyorum dediyseniz, Max Richter de ne güzelmiş yahu diye düşündüyseniz, beni çok seveceksiniz, çünkü Kaada müthiş. Bu Norveçli beyefendi John Erik Kaada, üçüncü albümü Music for Moviebikers'ı çıkardı bu yıl. Bu albümü 22 orkestra müzisyeniyle birlikte hayali bir filme soundtrack olarak yapmış. 2001'den bu yana dördüncü albümü. Ben buraya Julia Pastrana'yı koyuyorum ama üşenmeyin dinleyin tüm albümünü. İyi uykular.


Kaada - Julia Pastrana
Kaada myspace
Kaada Official
Edit: Gelen yoruma teşekkürler, videonun kendisi Julia Pastrana değil, From Here On It Got Rough olmaktadır.

This Is Your Captain Speaking

Havaların birden soğuması ile kocaman kocaman hislere eşlik edebilecek playlistler ihtiyacı içindeyiz. Çünkü kış kocaman, gri hava kocaman, e haliyle kırlarda koşarak in the aeroplane over the sea dinleyebileceğimiz günlermiş gibi gelmiyor bana. O yüzden bu tada uygun bir şey buldum : This is Your Captain Speaking. Avustralyalı grup resonant labelıyla çıktığı için Mogwai ve Explosions in the Sky abileriyle aynı çatıyı paylaşıyor, haliyle aynı tadı da. Aynı demeyelim tabii ki, oldukça farklılar bir yandan, Mogwai'da ki post-rock tad bunlarınki kadar naif değil örneğin. Gitarlardan kanguru geçmişini de duyabilirsiniz kesinlikle, biz Avustralyalıyız demelerine gerek yok bence, "ay ne duyguluyuz" şarkılarını kesinlikle bir saat önce maç izlerken enselerini kızartan biraları içtikten sonra yazmış gibiler. Benim için de yeni bir grup, albümleri de 2006 çıkışlı zaten. Buyrun dinleyin efendim tepe tepe.

This Is Your Captain Speaking - Weathered
TiYCS myspace

19 Aralık 2006

Isolation Years

Bugün bahsedeceğim grup daha Pitchfork'taki yerini dahi bulamamış bir grup. Kendilerine dair söylenmiş sözün pek kısıtlı oluşuna karşın 3 başarılı albümlerinin olmasını ben neye bağlayacağımı şaşırdım açıkçası, kişisel nedenler olduğundan şüphe ediyorum.

Isolation Years, grup üyelerinin isimlerinden (Jakob Nyström, Anton Berglund, Mats Hammarström, Jakob Moström, Daniel Berglund) de anlaşılacağı üzere İsveçli bir grup. Genre konseptini sevmiyorum ama genre’larına yakışır bir müzik yapmaklarına rağmen Isolation Years’i başkalaştıran şey sanırım enstrüman seçimleri. Hani aynı şeyden bir sürü grup için sözedebiliriz aslında, ama mesela Isolation Years oturup her şarkıda trompet kullanmayıp, sadece bir kaçında kullandığında çok vurgulanmış birşey oluyor bu. Anlatabildim mi acaba?

Onun dışında Jakob beylerin vokallerini çok başarılı bulmaktayım ben. Böyle şey gibi, şarkının vokale girmesini beklediğiniz an vardır ya, ve %99 o anda girer vokale, işte Jakob bey bunu hep sarkıtıyor. 2-3 saniye kalıveriyorsunuz yerinizde; ki bu bilinçli seçim benim çok hoşuma gitti nedense.

Kısacası, kimi zaman eğlenceli, bazen melankolik şarkılar var karşımızda. İşte müzik tarihinin bir kilometre taşı diyemeyecek olsam da, takılıyor bir şekilde ağzımıza. Ve belki de en önemlisi, bu kadar da “underrated” olmayı hiç haketmiyorlar; o yüzden buyrunuz lütfen.

Isolation Years – Talking Backwards, Masking Blues
Isolation Years – New Start
Official Site
Myspace

16 Aralık 2006

Tilly and The Wall

Conor Oberst Bright Eyes bir sabah uyanmış ve yaptığı müzikten sıkıldığına karar vermiş. Karamsar, duygusal ve gerçekçi şarkılarının yerine neşeli, insanın içini açan şarkılar yazayım demiş. Bununla da kalmamış, tap dance öğrenmiş. Ben en iyisi bu yeni şarkılarımda hiç davul kullanmayayım, tap dance ve el çırpmayla ritm tutayım demiş. Ortaya da yepyeni Bright Eyes şarkıları çıkmış, Conor Oberst vokalleriyle.

Tilly and The Wall’u ilk dinlediğimde aklımdan aynen bunlar geçti. Hatta şarkılardan birinde (You and I Misbehaving) Conor Oberst’ın sesini ön vokalde duyduğuma o kadar emindim ki, internetin altını üstüne getirdim ama hayır, yanılmışım. Çok da uzaklaşmamışım gerçeklerden ama. 2001 yılında Omaha’lı 5 kişi tarafından kurulan bu gruba Conor Oberst’ın çok emeği geçmiş.

Adlarını kocaman bir duvarın yanında yaşayan Tilly adlı bir farenin, herkesin aksini öğütlemesine rağmen o duvarı aşmak istemesiyle ilgili bir çocuk kitabından alan grup, Conor Oberst’ın yan projelerinden biri olan Park Ave grubunun dağılmasıyla boş kalan Neely Jenkins ve Jamie Williams ve arkadaşları tarafından kurulmuş. Conor Oberst her aşamada grubu desteklemiş, gerektiği zaman bodrumundaki stüdyosunu kullanmalarına izin vermiş, albümlerine yapımcı olmuş ve kendi grubu ile tura çıkartmış. Ama bu kadar. Vokal yapmamış. Grubun elemanlarından hepsi kendi hayatlarından büyük şeyler feda etmek zorunda kalmışlar profesyonel anlamda müzik yapma isteklerinin tatmin etmek için. Mesela Jamie Williams (tap dance ve hand clap) ve Neely Jenkins (vokal) severek yaptıkları ilkokul öğretmenliği işlerinden vazgeçmişler.

Şarkılarında “peşinden gidilen hayallerin, yapılan hataların ve kırılan kalplerin” hikayelerini anlatıyorlar. Şarkı sözleri çok karar; insanı günlerce düşündüren bir şiirsellik yok, ama ne dediklerini sonuna kadar dinlemek isteyeğiniz bir akıcılık var. Bütün o tap dancelerin el çırpmaların ve enstrumantal zenginliğin sonucu, bir kere duyunca sevmeden yapamayacağımız, dinlemeden duramayacağımız bir müzik oluyor.

Son ayrıntı, sesi Conor Oberst’a benzeyen Derek Pressnall (gitar ve vokal) ve tap dançımız Jamie Williams Ağustos ayında evlenmişler. Buraya size örnek olarak koyacağım ilk şarkı ilk albümleri Wild Like Children’dan. İki albüm içinden benim favori şarkım. İkincisi de yine ilk abümden tap dance seslerini rahat rahat duyabilin diye eklediğim bir şarkı. İkinci albümleri Bottoms of Barrels'da da kendi özel tarzlarını değiştirmemişler, o yüzden ayrıca bir örnek koymuyorum buraya.

Tilly and The Wall - You and I Misbehaving
Tilly and The Wall - Bessa

official site (cok guzel)
myspace (yeni albumden sarki dinleyebilirsiniz)
wikipedia

11 Aralık 2006

The Decemberists - Crane Wife

Albüm çıkalı aslında bir aydan fazla oluyor. Bir aydır dolup taşmamıza rağmen, buralara birşey yazmamazın nedeni ise çok açık aslında. Anlayabildiğimiz kadar anlamak, sindirebildiğimiz kadar sindirmek.
Crane Wife'ın her The Decemberists albümünün olduğu gibi çok acıklı bir hikayesi var. Kabaca anlatmayı deneyeceğim. Japonya'nın kırsal kesimlerinde, çok fakir bir adam bir gün kapısının önünde bir yaralı bir turna (*crane) bulur. Turnayı evine alıp, iyileştirir. Turnayı özgür bıraktığında kapısında bir kadın belirir. Adamla kadın hemen birbirlerine aşık olurlar ve evlenirler. Fakir oldukları ve paraya ihtiyaçları duydukları için kadın adama, satmak üzere ipekten kıyafetler örebileceğini söyler. Ama bir şartı vardır, adam kadını örgü örerken görmemelidir. Adam bu teklifi kabul eder, ve rahat bir yaşam sürmeye başlarlar. Gün geçtikçe, adamın para hırsı artar. Adam karısını daha fazla örgü örmeye zorlar. Bu arada, karısının nasıl örgü ördüğünü de merak etmektedir. Günlerden bir gün, merakının üstesinden gelemeyen adam, karısı örgü örerken onu seyreder. Adam gördüklerine inanamaz. Odanın ortasında tüylerini yolup, örgü ören bir turna vardır. Adamı fark eden turna, uçup gider ve bir daha hiç geri dönmez.

İşte bu Japon masalından çok etkilenen, sevgili Colin Meloy ve diğer Decemberists üyeleri, yeni albümleriyle karşımıza çok da değişmeyen kokularla çıkıyorlar. Bu albümle ilgili değinilebilicek en büyük mesele, The Decemberists'in artık "indie" bir plak şirketiyle çalışmayıp, kocaman bir label olan Capitol Records'a geçmesi ve bunun müziklerini nasıl etkileyeceği konusuydu. Acaba, içlerinde barınan o pek de amerikalı olmayan lokalliklerine ve destansı hikayelerine ne olacaktı?
Görünüşe göre, hiçbirşey. Meloy ve tayfası, hala gece yarısı hırsızlarından, kasap katillerden, amansız Shakesperian aşklardan bahsediyorlar. Ve tabi ki de, akordiyon ve buzukilerin eşliğinde.

Decemberists'i dinlediğim ilk günden beri aklımda olan resim, ki bu bir "freak show" resmi, bu albümde de mevcut. Elif Şafak'ın Mahrem'ini okuyanlar anlayacaktır. Big Fish'deki gibi bir sirk düşünün; içinde her türlü ucubenin bulunduğu. 2 kafalı kadınlardan, keçi vucutlu ama uzun boylu adamlara, yılanlarla danseden samur kızlara kadar; kasaba halkının bayılıp yerden yere vurduğu, bağrına basıp taşladığı, görmek duymak için delirirken bir o kadar da tiksindiği bir alandan söz ediyoruz tabi ki de burda. Belki de The Decemberists'in her birimizin hayatına, kulağına bu kadar hitap etmesinin arkasında işte bu ucubeliği bu kadar güzelleştirmesi geliyor. Picaresque, Her Majesty ve Castaways and Cutouts'da olduğu gibi, Crane Wife'da da, gözleri delik deşik korsanları birbirine geçmiş şarkılardan, sevdiceğini savaşa gönderen kızları panayır alanlarından öğreniyoruz.

Crane Wife 1-2 ve Crane Wife 3'te Meloy'un yukardaki Japon masalını nasıl bir müzikale dönüştürdüğünü görüyoruz. The Island: Come and See / The Landlord's Daughter / You'll Not Feel The Drowning ise başka bir melodrama. 12:26 süreli buraya çok koymak istesem de yerin el vermediği, albümü en iyi anlatan şarkı aslında. Bu birbirine karışmış, yapışmış, bir olmuş şarkının her türlü permütasyona elverişli olması aslında The Decemberists'i özetleyen bir durum. Kaç şarkı dinlediğini bilmiyor işte insan, hangisi geçti, hangisi hangisiyle geldi, bilmiyor. Albümün lirikal konseptinin burada da devam ettiğini söylememe gerek yok heralde diye düşünüyorum. Sonra Shankill Butchers'la devam ediyoruz; annemizin sözünü dinlemediğimiz takdirde acımasız katillerin rüzgarla gelip, bizi uyanık yakalamalarından ürküyoruz; Meloy'un tasviri olamayacak derecede her duyguyu barındıran garip sesi, burda bizi korkuturken, Yankee Banyonet (I will be home then)'de rahatlatıyor; ne de olsa eve geri döneceğine inanıyoruz. Albümdeki favori şarkılarımdan biri olan The Perfect Crime #2' yu dinlediğimizde ise, Shankill Butcher'ların bizi uyanık yakaladıklarına emin oluyoruz. Akıbetimiz pek bilinmiyor.

The Decemberists - Yankee Banyonet (I Will Be Home Then)
The Decemberists - Shankill Butchers
Buyrun dinleyin, bana inanmıyorsanız kendiniz görün.

Bu arada, The Decemberists ile ilgili olanların çoktan öğrendiği gibi, kendileri şubat ayı boyunca avrupayı turluyorlar. Bunu farkettiği gibi girişimcilikte sınır tanımayan Zach, grubun basçısı Nate Query'e mail atıp, Türkiye'ye gelmeleri için dil döktü. Pek nazik Nate Bey'in yanıtı ise şöyle:

"hi aysenur. Our Europe tour is already as long as we can handle. I would love to come to Turkey, but it's just not in the cards right now. I appreciate your enthusiasm, though. Hope we can get there before too long. At this point, we have a lot on our plate and try and get home when we can, so maybe next year. good to hear from you. take care. nate"

Ama biz umut yitirmiyoruz, değil mi tavşanlar?
Belki Nate Bey Zach'e süpriz yapacaktır.

çok ilgiliyim, pek ilgiliyim diyenlere:
Official Site
MySpace

10 Aralık 2006

The Essex Green

Eğer "under appreciated artists" isimli bir bölümümüz olsaydı, The Essex Green post'u o bölümün kraliçesi olurdu.

(Kraliçe, evet, bilerek dişi bir kelime kullandım. Bazı gruplar dişi. Bazıları erkek. Bazıları da kesinlikle gay. Bu konuda zaten anlaşıyoruzdur.)

The Essex Green Brooklyn, NY'dan bir grup. Son hallerinde 2 erkek ve 1 kadından oluşuyorlar. Gitar keyboard flüt ağırlıklı bir müzikeri var. Bazen kadın bazen erkek vokalli şarkılarını hepsi birlikte yazıyorlarmış. Ayrıca Ladybug Transistor ile kardeş gruplar, ortak elemanları var bikaç tane.

2006 yılında 3. stüdyo albümleri olan Cannibal Sea'yi çıkarmış bulunuyorlar. Son albümleri bize çok tanıdık - yeni bir Belle & Sebastian şarkısı diyebilirim bütün şarkılar için. Ya da kendi deyişleriyle "klasik pop üzerine biraz The Shins,Jens Lekman ve The Hidden Cameras." Hepsi aynı yere çıkıyor.

Ama ben bu albümden bahsetmek istemiyorum. Benim asıl ilgimi çeken, dinlerken kafamın karışmasına sebep olup ne dinlediğimi tekrar kontrol ettirecek kadar modern başlayıp, 60lardan kalma bir soundla devam eden şarkılardan oluşan debut albümleri, Everything is Green.

Tersten anlatılmış biyografiyi tekrar düze çevirirsek:

1997 yılında kurulan grup 1999 yılında Everything is Green'i ve 2003 yılında The Long Goodbye albümünü çıkartıyor Low Transit Industries label'ından. Bu sırada iyice tanınan grup, Merge Records'a transfer oluyor ve 2006 yılında Cannibal Sea'yi çıkartıyorlar. Bütün bu ünlenme/zengin olma/label değiştirme/güçlü label patronlarının sözünü dinlemek zorunda kalma/piyasa müziği yapma süreçlerinden geçiyorlar ve Cannibal Sea'ye geldiğimizde, o ilk albümde özgürce yapabildikleri "60lardan etkilenip 60ları yenileyen" şarkılardan eser yok.

Cannibal Sea kendi içinde güzel bir albüm. Bütün Belle & Sebastian albümlerini sevdiğimiz gibi bu albümü de sevmek aynı şekilde kolay. Ama asıl takdir edilmesi gereken en bağımsız çalışmaları olan Everything is Green bence. Dinleyin, siz karar verin.

İlk şarkımız Everything is Green'den bir şarkı. The Decemberists'ten bir şarkı dinleyecekmişiz gibi başlıyor ve bir süre öyle sürüyor. Fakat yavaş yavaş kendini gösteren bir keyboard, siz daha ne olduğunu anlayamadan sizi bir Doors şarkısınına götürüyor.

İkinci şarkı yeni albümden. 60lardan eser yok, ama hala güzel. Ve çok tanıdık.

Son şarkı da yine ilk albümden, ilk şarkıda olduğu kadar Doors dinliyormuşsunuz gibi ürpertici değil, sadece çok catchy. Dinleyin ve dilinize dolansın diye koyuyorum. Dolanacak çünkü.

The Essex Green - Saturday
The Essex Green - This Isn't Farmlife
The Essex Green - Sun
Linkler:
myspace

Trenle Doğu Avrupa Turu II - DeVotchKa

Evet itiraf edeyim Ayşenur'un Beirut yazısı Doğu Avrupa'dan esen rüzgarların bir süre üstümde gezinmesine yol açtı. Son zamanlarda yanıbaşımızdaki coğrafyadan doğan müziğin indie akımlarında kendine bu kadar fazla yer bulması oldukça ilginç. Ve asıl düşündürücü olan bu müziği yapanların büyük bir kısmının oraları hiç görmemiş insanlar oluşu. Biz görelim istedik, en iyisi çok da konforlu olmayan bir trenle kısa bir yolculuğa çıkmak olduğuna karar verdik. Tren camından deniz gibi akıp giden uçsuz bucaksız yaylalar, tuna nehri insanları, isimsiz köyler, mor diyarlarda çingeneler ve diğerleri. Siz de buyrun.

Aynı anda iki farklı yerde olabilmek böyle birşey olsa gerek. Adını "A Clockwork Orange" jargonundan (çıtır/genç kız, ayrıca köken olarak Rusça'dan uyarlama aynı anlamda) alan Devotchka, Colorado'lu multi-enstrümantalist dörtlüden oluşuyor. Dörtlü demek biraz hafif kaçabilir çünkü akordiyon, trompet, buzuki, keman, piyano ve kontrbas eşliğinde bir orkestra zenginliği mevcut. Kendi deyimleri ile eastern bloc indie rock olarak adlandırdıkları müzikleri Roman/Slav kökenine dayandığı kadar Meksika/İspanyol (mariachi) folkunun ağır bastığı bir çeşit sentezden oluşuyor. Albümü baştan sona dinlediğinizde sanki batı Ukrayna'da kulağınızda Meksikalı bir grubun şarkılarını dinleyerek dolaştığınız hissi kalıyor. Fakat herşey büyüleyici bir şekilde uyumlu, enfes bir biçimde işlenmiş, olağanüstü bir gösteri değil, ışıldamıyor ama göz alıcı olmaktan çok günbatımındaki güneşin hüzünlü güzelliğini andırıyor.

Beş albümlü Devotchka asıl ününe sinema salonlarının referansları ile kavuşuyor (sinema etkeni sanki gruba çok yabancı değil, isimleri nereden geliyordu acaba). Hit single How It Ends 2005 yapımı "Everything Is Illuminated"'ın fragmanında boy gösteriyor ve ilk kez underground tanınmışlıkları farklı bir boyuta geçiyor. 2006'da ise Sundance yıldızı "Little Miss Sunshine" Devotchka'yı hızla yukarı çekiyor. Tamamına yakınını hazırladıkları soundtrack mükemmel bir filme mükemmel bir arka plan oluşturuyor. Gerçekten Yann Tiersen soundtrackleri kadar dokunaklı.

2004 çıkışlı How It Ends albümü söylemleri oldukça yalın ve açık olmasına karşın boğazınızda düğümlenip kalan cinsten bir hüzün taşıyor. Bir röportajında, albümün savaşa giden ve döndüğünde çoçukluk aşkının para uğruna zengin bir adamla evlenen genç adam Ranchero'nun hikayesini anlatığını öğreniyoruz solist Nick Urata'dan. Sevginin yavaş yavaş eriyişi, karşılık bulamama, aşkın koşullara bağlı oluşu ("you only love me ‘cause I’m leaving"), karamsarlık serzenişleri. Aslında sevgi hakkında diyeceklerini bu kadar açık dile getiren şarkı sözleri her zaman takdirimi kazanmış değildir. Hayalgücü tercihim. Ancak Devotchka'nın müziği, etrafınızı saran akordiyon notalarının gölgeleri, "you already know how this will end" sözleri yankılanırken midenize ağrılar girmesine sebeb oluyor. Hatta sonunda "love will end" diyecek kadar açık seçik olabiliyor.

Bahsi geçmesi gereken başka bir albüm (aslında ep) ise 2006'da yaptıkları Curse Your Little Heart. Bu bir cover albümü. Siouxsie, Frank Sinatra, Velvet Underground coverladıkları birkaç isim. Eğer bir cover albümünün ruhunun olmamasının anlaşılabilir bir durum olduğunu kabullenirseniz güzel denebilecek bir çalışma bu. Siouxsie coverı "The Last Beat Of My Heart" dışında (Devotchka son derece sahiplenmiş bu şarkıyı, gayet etkileyici) diğerleri orijinallerinin egzotik birer versiyonu şeklinde.

Güneş battı, karanlık iyice çöktü, trende zaman kavramı silikleşti. "forever's not so long".


Çok yönlü müziklerini az da olsa anlatabilmek bakımından: Saf Balkan şarkısı olan

Devotchka - Such A Lovely Thing
meksika ezgilerinin ağır bastığı
Devotchka - We're Leaving
biraz yadırganası ama çok güçlü Venus In Furs coverı (şakının orijinalini başucundan ayırmayanlar özellikle denemeli) ve tabi ki How It Ends.
Devotchka - Venus In Furs
Devotchka - How It Ends
Ayrıca

Little Miss Sunshine kesitleri eşliğinde "'Til The End Of Time" Klibi
Official Site
Myspace

6 Aralık 2006

Irving

Irving çok garip bir grup. Son zamanlarda herkes nedense bizlere Grandaddy tadı vermekte ama Irving bana bir başka verdi bu tadı. Hani Grandaddy albümlerinin güzel bir bütünsüzlükleri var bence. Mesela katılacakmısınız bilmiyorum bana pırıl, şahin ve rüya ama aklıma gelen en iyi örnek diye söylüyorum Placebo Black Market Music albümünün şahane bir bütünlüğü vardır ya hem müzikal açıdan, hem lirikal açıdan. Hani Pink Floyd'un babalığını yaptığı bir albüm bütünlüğüdür aslında o. İşte Grandaddy de ve Irving'de bu bütünlüğün b'si yok diyesim geliyor. Ama less is more tadında bir karşıtlık bu. Sevdiğimiz, ah olmuş dediğimiz birşeymiş gibi geliyor.

Bu bariz bütünsüzlüğü albümün ismi de ele verir cinsten: Death In The Garden, Blood On The Flowers. Kanlı çiçekleri düşünmek, nedense güzel geliyor. Gerçekten bu bütünsüzlüğe potpori diyebilirizmiş gibi geliyor. She's not Shy'da Franz Ferdinand esintileri, Jen Nothing Matters to Me'de The Cure'a selamlamalar, Gentle Preservation of the Children's Mind'da ise Stone Roses duyduğumu iddia edebilirim şu an mesela. Ve bu sanki, odalarında müzik yaparken, sevdikleri müzisyenlerin kadife ceketlerinden bulup, saç kesimlerine özenen bir dörtlüden çıkıyormuş gibi geliyor insana. Ve asla, kötü birşeyden de bahsetmiyorum burda.

Albümün prodüktörleri, The Shins'den Phil Ek ve tabi ki Grandaddy'den Jim Fairchild. Gerçekten sevimsiz, biraz yağmurlu günler için Alka Seltzer ile birlikte tavsiye ediyoruz.

Irving - Gentle Preservation of the Children's Minds
çok ilgiliyim, pek ilgiliyim diyenlere ise:

Official Site
Myspace

4 Aralık 2006

Flotation Toy Warning - Bluffer's Guide To The Flight Deck

Kuzey kutbunda esrarengiz bir takım araştırmalar yapan kaşif ve tarihçilerden oluşuyor Flotation Toy Warning. İşte kendilerine ait 1820 tarihli bir fotoğraf. İnanmıyorsanız grubun sesi Paul Carter'a sorun. Carter odanıza misafir olduğu andan itibaren hikayesini incelikle anlatmaya başlıyor. Hemen başında "Please leave all the shiny objects behind" diye ricasını da dile getirdikten sonra sahne bulanıklaşıyor.

Bluffer's Guide To The Flight Deck grubun debut çalışması ve 2005 yılına ait. Flaming Lips, Neutral Milk Hotel, Sparklehorse çalışmalarını andıran dream pop etkenleri bayağı önde genel olarak. Parçalardaki algının dışında kalan duygusallık, detaylı işlenmiş enstrümantasyon, derinden gelen sizle konuşan bir vokal, çok fazla üstüne kafa yormak istemeyeceğiniz gerçek üstü bir dünya sunuyor. "To understand it all just makes your head hurt" gibi bir onay alıyorum kendilerinden. Bu yüzden dinlerken sanki şarkının içinde yüzüyormuşum gibi geliyor. Albüm melodik aşırılık yüzünden biraz tekrarlar da yapmıyor değil açıkçası. Bazen şarkıların başı sonundan kopup gidiyor ve ortaya 75dk'lık (ve 10 şarkı) gerçekle soyut arasında bir çalışma çıkıyor. Tabi buna her zaman bir itirazımız olmuyor.

Popstar Researching Oblivion FTW'in tipik bir şarkısı. Aslında şarkı grubu anlatmakla kalmıyor ayrıca şahsi fikrim olarak albumün daha erken bir vaktinde tepe noktasını oluşturuyor. Orglar, akustik gitarlar, uzayıp giden synthler, derin üflemeliler, hayali monologlar vesaire. "I've been collecting little lies, Just to put on the special tape, I get them to play the day you die" diyen bir adamın yolculuğuna eşlik ediyoruz.

Albümün müzikal doygunluğu "Losing Carolina; For Drusky" ve "Donald Pleasance"'da kendini iyice belli ediyor ve şu saatten sonra bu kuzey kutbu meselesine yavaş yavaş inanmaya başlıyorsunuz Mr.Drusky'ye verilen referanslarla birlikte. Gene de ben Carter'ın daha kişiselleşip yüzünü kendine çevirdiği "Happines Is On The Outside" ve "Popstar Researching Oblivion" gibi olanları tercih ediyorum.

İngiliz FTW, her an her yerde dinlenecek bir grup değil. Ancak planlı bir şekilde kafa karışıklığına ve bir miktar hayale ihtiyacınız olduğunda bu isteğinizi yerine getirmekte tereddüt etmeyeceklerine emin olabilirsiniz.

"Yes you have all the pieces they said that you had to collect
But what did you expect that all to amount to?"

Flotation Toy Warning - Popstar Researching Oblivion

Hikayenin geri kalanı için:

Official Site
Myspace

3 Aralık 2006

Thee More Shallows

Tavşanlar çok iyidir, biri dışında: Bugs Bunny. Bariz kötü kalplidir ve her yerde havucuyla saçma sapan kötülükler yapar. Bu yüzden tavşanlar derken kendisinden bahsetmiyoruz, lütfen yanlış anlayıp yerin dibindeki bir yuvarlaktan naber cınım diyip havucunu kütürdetmesin. Gelelim bir başka müzik grubuna; Thee More Shallows. Kendileri bir arkadaştan araklayıp pek sevdiğim adamlar oluverdiler son 1 hafta içinde. More Deep Cuts adlı albümleri gerçekten güzel. Baskı yapmak gibi olmasın ama; dinleyin! "Pre-present" şarkıları Mogwai gibi başlayacakmış gibi yapıp yan çiziyor mesela, daha pamuk pamuk gidiyor. Biraz hüzünlü bu arkadaşlar. Tam hepimize göre yani. Özellikle hüzün var, ama Sigur Ros gibi harakiriye sürükleyen cinsten değil. Evet hayat hüzünlü ama bulutlu bir pijamanız ve iyi bir dostunuz varsa hayat güzelleşebilir cinsinden bir hüzün. Elinizde olanları sevdiren cinsten. Sonra 2A.M adlı şarkı başlıyor, güneş mi açıyor ne? Yok yok, en iyisi "Freshman Thesis" dinleyip muhteşem yaylılar arasından "Ask me about Jon Stross" ve "Cloisterphobia"ya pike yapmak. Bu arada favori şarkım kendini albümden biraz ayıran Freshman Thesis fakat şarkıda Notwist tadı alan beri gelsin. O yuzden de sevmiş olabilirim zaten o şarkıyı.
Dinleyin tavşanlar, tekrar ediyorum Bugs Bunny olmayanlar. Pis ukala tavşan ya.

Bir de iki şarkıcık;

Thee More Shallows - Freshman Thesis
Thee More Shallows - Pre-Present
Ah unutttum, amerikalı bunlar. Dee Kesler, Chavo Fraser, Jason Gonzales adlı insanlardan oluşuyorlar, bayanın adını bulamadım. Daha fazla bilgi için;

TMS Last.fm bilgisi
TMS myspace sayfaları

2 Aralık 2006

Easy Star All Stars - Radiodread

Ben coverlara önem veriyorum. Cover dinlemeyi seviyorum da. Hatta bazı şarkıların coverlarını orjinal versiyonlarına tercih edebilirim.

Bu seferki kısa olucak, New Yorktaki Easy Star reggae labelına bağlı reggea sanatçıları Easy Star-All Stars ismi altında birleşip albüm coverlıyorlar. Reggae olarak. Ve evet bütün albümü baştan sona coverlıyorlar. Bu işi ilk önce Pink Floyd'un The Dark Side of the Moon'u için yapmışlar. Bakmışlar ki tuttu, bir de Radioheadin OK Computer'ını coverlamışlar. Ve bence çok güzel olmuş.

Beğenmeyebilirsiniz, ama en azından çabayı takdir edin.
Hatta itiraf etmeliyim ki hayatım boyunca gerçek OK Computer albümünü dinlediğimden daha çok bu albümü dinleyeceğe benziyorum.

neye benzediğini merak ediyorsanız:

Easy Star All Stars - Paranoid Android

biraz daha bilgi için:
official site
myspace
easy star label

Joanna Newsom


Kendimle çelişmekten çok hoşlandığım için, kadın vokallerden hoşlanmadığımı itiraf ettikten hemen sonra yeni bir kadın hakkında yazmaya başlıyorum.

Ama bu akşamki misafirimiz biraz özel. Çok başka bir yerlerden, sadece peri masallarının yaşandığı, bulutların üstünde zıplaya zıplaya giden "joker"lerin olduğu, bütün hayvanların konuştuğu ama en çok da sihirli değneklerin sözünün geçtiği çok uzak diyarlardan hikayeler anlatıyor, şarkılar söylüyor bize.

Joanna Newsom 24 yaşında. San Francisco'da yaşıyor. Müzisyen bir ailesi, müzisyen komşuları var. Müzik eğitimi almış. Evet, harp çalıyor. Ve evet, bu kadar büyük harpleri çalıyor, daha küçüklerini çalamıyormuş.

Profesyonel müzik hayatı The Pleased isimli grup için keyboard çalmasıyla başlamış. Sonra 2002 yılında kendi çabalarıyla ilk ep'sini çıkarmış. Aynı yıl Will Oldham ve Cat Power'a alt grup olarak çalmış. Konser alanına gelip sahnede kocaman bir harp görüp korkan kalabalığın arasından kendine güçlü bir hayran kitlesi oluşturmayı başarmış. Bu aralar da Smog ile (daha doğrusu Bill Callahan ile) turluyor. Harpi ve 11 kişilik orkestrasıyla tabii ki..

Bazı eleştirmenlerin Lisa Simpsona benzettiği bir sesi var. Çocukca da denilebilir ama kendisi böyle denmesinden hiç hoşlanmıyormuş. Şarkıları söyleyiş tarzı biraz değişik ve Pitchforkta 9.4 rating alan son albümünün reviewında da yazdığı gibi önünüzde şarkı sözleri olmadan ne dediğini anlamak biraz zor. Hatta önünüzde şarkı sözleri açıkken hala zor, çünkü şarkılar biraz uzun. Yani son albümdeki en kısa iki şarkıyı buraya örnek olarak koymayı düşünüyordum, onlar da 7.5 ve 9.5 dakikalar. Ve 10 mb'ı geçtikleri için koyamıyorum. Zaten son albüm sadece 5 şarkıdan oluşuyor. O yüzden de 2004 yılında çıkardıkları albümden The Decemberistsin coverlamaktan hoşlandıkları bir şarkısını koyuyorum örnek olarak buraya. Ama 2006 Kasımda çıkan yeni albüm daha güzel bence.

Newsom'ın dediğine göre bütün şarkıların hikayeleri gerçekmiş, ama ne demeye çalıştığını anlamak gerçekten zaman gerektiriyor çünkü mesela bir şarkının kahramanları bir çiftlikten kaçan bir maymunla bir ayı ve şarkı onların konuşmaları ve başlarından geçenler ile ilgili. Unutmadan Will Oldham'ın en sevdiği hikaye anlatıcısı olarak Joanna Newsom'ı seçtiğini belirteyim. Ve biliyorum ki, hepimiz bayılıyoruz bize uzun hikayeler anlatan birilerine..

Dinlemesi çok kolay bir müzik değil, ama çok şiirsel, çok masalsı. Çok sihirli..
Mesela bu post bittikten sonra hemen uyuyacağım ve eminim ki bir prenses olduğumu görücem rüyamda.

Joanna Newsom - Bridges & Baloons

linkler:
son albün pitchfork reviewı
güzel bir fan sitesi

1 Aralık 2006

Monkey Swallows The Universe

Bu aksam size tanıtacağım bu grubun iki gün öncesine kadar ne adlarını ne müziklerini duymuştum. Last fm'de ve soulseek'de karşıma çıkan her recommended artiste şans verdiğim ve genellikle hayal kırıklığına uğradığım şu günlerde, beni gerçekten heyecanlandıran bir grup oldu Monkey Swallows The Universe.

Sheffield'da kurulmuş bu beş kişilik indie - folk - akustik - pop grubu solist Nat ve gitarist Kev tarafından kurulmuş. Akustik gitar, keman ve çello ile sıcacık şarkılar yapıyorlar. Kadın vokalli gruplardan genelde hoşlanmamama rağmen, Nat'in yumuşacık sesine kimsenin itiraz edebileceğini düşünmüyorum. (Nat'in en sevdiği grupların arasında Eels, Bright Eyes, Delgados, Longpigs, Yeah Yeah Yeahs, Decemberists, Arcade Fire, The Shins, Belle and Sebastian, Jeff Buckley vs olması da kendisine olan sempatimi biraz daha açıklayabilir..)

Henüz pek yeni olan grup 2006da The Bright Carvings adında bir albüm ve Science diye bir single yayınlamış. Sheffield Phonographic Corporation diye oldukça küçük bir label ile çalışıyorlar. Sadece 9 grubu olan bu labelda bizim ismini en çok duyduğumuz heralde The Long Blondes'dur. Zaten grup 2006 yılında Long Blondes'a ve Camera Obscura'ya eşlik etmiş turlarında. Özet olarak grup o kadar yeni ve az biliniyor ki, bir pitchfork reviewları bile yok.

Son olarak - bize pek bir anlam ifade etmeyen isimlerini çok ünlü bir televizyon programının bir bölümünün adından almışlar.

Lafı iyice uazatmadan, iki örnek:

Monkey Swallows The Universe - Fonz You
Monkey Swallows The Universe - Sheffield Shant

Bana inanmıyorsanız:

Official Site
MySpace

Voxtrot

Efendim, bugünkü müziksyenlerimiz Texaslı bir grup insandan oluşuyor. Tarif etmesi çok zor aslında, dinlediğim tüm şarkıları biririnden farklı bir tad veriyor. Kiminde Belle and Sebastian yakalayabiliyorsunuz, diğerinde vokali Death Cab for Cutie'ye benzetmek mümkün, hatta bir şarkılarında Morrissey tadı alırsanız şaşırmayın. Ucundan da Architechture in Helsinki kokusu alınabilir. Şimdi bana bu ne demeyin, dinleyince ne demek istediğimi anlayacaksınız. Ama yok, biz dinlemeyelim sen anlat diyorsanız illa, anlatayım, bu genç adamlar ikinci albümleri Raised by Wolves 'u çıkarmış bulunuyorlar. Fakat bana sorarsanız bir önceki albümleri Mothers, Sisters , Daughters & Wives' daki ile şarkılar kendilerini daha çok sevdiriyorlar. Soft & Warm 'u duymuş olmalısınız sanırım. Son albümleri ise bize iyi olucaz biz, dinlemeye devam edin sözü veriyor gibime geliyor- yoksa şüphen mi var? Pitchforkmedia da zaten bu çocuklar çok parlak demiş. Pek neşeli bir tını veriyorlar midenize midenize, hah, iki post aşağıda Şahinbeyarkadaşımın da bahsettiği Ok Go gibi ünlerine ün katacak bir video dışında birşeye ihtiyaçları kalmamış bence. Aslında olmasa da olur, sevdiğimiz grupları kendimize saklama huyu çok berbat birşey, bu yaramızı da bu blog vesilesi sarmış olalım. Topluma yararlı olalım. Sözlerimi burda noktalarken, küçük bir tavsiye vermek istiyorum, bu şarkıyı yolda dinleyin. Ya da yürürken, sokakta orda burda. Son albümlerinden benim favorim

Voxtrot - The Start Of Something
adlı şarkı ile el sallıyorum. Bir de bu var:
Voxtrot - Soft & Warm
tavşanlayın da görelim.

voxtrot official
voxtrot myspace